Hutbeler
يَا بَنِيَّ اذْهَبُوا فَتَحَسَّسُوا مِنْ يُوسُفَ وَأَخِيهِ وَلَا تَيْأَسُوا مِنْ رَوْحِ اللَّهِ إِنَّهُ لَا يَيْأَسُ مِنْ رَوْحِ اللَّهِ إِلَّا الْقَوْمُ الْكَافِرُونَ
لَن تَنَالُواْ الْبِرَّ حَتَّى تُنفِقُواْ مِمَّا تُحِبُّونَ وَمَا تُنفِقُواْ مِن شَيْءٍ فَإِنَّ اللّهَ بِهِ عَلِيمٌ
“Sevdiğiniz mallarınızdan Allah yolunda harcamadıkça (birre) “fazilet” mertebesine ulaşamazsınız. Bununla beraber her ne infak ederseniz, Allah mutlaka onu bilir.” (Ali Imran; 92)
Muhterem Müslümanlar! Hutbemiz, İnfak hakkındadır.
İnfak: “Allah’ın hoşnutluğunu elde etme amacıyla kişinin kendi servetinden harcama yapması, muhtaçlara aynî ve nakdî yardımda bulunması” demektir. İhtiyaç sahiplerine yardımda bulunma, Asr-ı Saadet’ten beri süregelen bir uygulamadır; bugün adı, alanı, şekli biraz değişmiş ve “muavenet” olmuştur; hangi unvanla olursa olsun mağdurların yardımına koşmak üzerimizde bir borçtur.
İnfak, yetmişe yakın âyette “harcama yapma” anlamında geçmektedir. (bk. M. F. Abdülbâkī, “nefḳ” md.) Farz olan zekâtı ve gönüllü olarak yapılan her çeşit hayrı içermektedir.
Kur’an’ı Kerimde İnfak:
1) Takvanın anlatıldığı yerde; takva sahiplerinin bir vasfı da infakta bulunmaktır deniyor. (Bakara; 2,3)
2) Gerçek veya Hakkıyla mü’min olanların vasıfları anlatılırken; onların bir vasfının da infak olduğu vurgulanıyor. (Enfal: 2,3,4)
3) Muhsinlerin yani Allah’ı görüyor gibi davrananların bir vasfı da infakta bulunmaktır. ( Bakara:195)
4) İnfak; gerçek iyiliğe ulaşmanın yoludur. (Bakara;177)
5) İnfak; Allah (c.c) ile bir ticarettir. (Tevbe: 111)
6) İnfak; gizli ve açıktan yapılabilir denilerek müminler infak yapmaya teşvik edilmektedir… (Bakara;274)
Vermek ahlâk-ı âliyedendir, dolayısıyla Müslümanın başlıca özelliklerinden biri olmalıdır.
Rabbimiz; Zü’l- Celal-i ve’l-İkram dır. Zü’l-Celâl ve’l-İkrâm lafza-i celali, “azamet ve kerem sahibi” demektir. Bu isim Kur’an’da iki yerde geçer (er-Rahmân 55/27, 78). Kulun zü’l-celâl ve’l-ikrâmdan nasibi, kulluk görevini yerine getirmesi, özellikle kendisine verilen nimet ve imkânları O’nun diğer kullarıyla paylaşmasıdır.
Efendimiz bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır: “Allah Cevaddır, cömertliği sever ve güzel ahlakı sevmesine mukabil çirkin huyları kerih görür.” (İbn Ebî Şeybe, el-Musannef 5/332)
Mümin infakta bulunmak için zengin olmayı beklememeli, imkanı nisbetinde neyi varsa onunla Allah’ın rızasını aramalı..
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdular: “Yarım hurma vermek suretiyle de olsa kendinizi cehennem ateşinden koruyunuz. O kadarını da olsa bulamayanlar güzel bir sözle olsun kendilerini korusunlar! (Buhârî, Edeb, 34; Zekât, 10; Müslim, Zekât, 66-70.) “Sadaka vermek her müslüman için bir görevdir.” Bunun üzerine bir sahabi: Sadaka verecek bir şey bulamazsa ne yapacak? dedi. Efendimiz (s.a.s): “Eliyle çalışır, kazanır hem kendi yararlanır hem de sadaka verir.” buyurdular.
O sahabi, peki buna da gücü yetmezse, dedi. Efendimiz (s.a.s): “Sıkıntıya düşmüş bir ihtiyaç sahibine yardım eder.” buyurdular… (Buhârî, Zekât, 30 Edeb, 33; Müslim, Zekât, 55.);
Ebu Akil; hamallık yapıyor, kazandığının yarısını çocuklarına getiriyor diğer yarısını da Allah için infak ediyordu. Münafıklar onun bu haliyle alay ediyorlardı. Oysaki Allah (c.c ) Ebu Akil gibilerin durumunu destanlaştırıyor ve şöyle diyordu:
“Müminlerden farz zekât dışında ayrıca gönlünden koparak bağışta bulunanları, gâh ancak çalışıp didinerek ele geçirdikleri malları bağışlayanları dillerine dolayıp alaya alanlar var ya, işte Allah onları alay konusu yapıp maskara etmiştir ve onlara gayet acı bir azap vardır.” (Tevbe: 79)
Münafıkların sırf olumsuz tipler olduğunu âyet ne güzel tasvir ediyor! Kendileri zengin oldukları halde, hizmet için vermiyorlar. Elinden geldiği kadar çok verenleri ise gösteriş yapmakla suçluyorlar. Fakir olduğu için az verenler hakkında: “Şunlara bakın: Bizans İmparatorluğunun kaleleri bunların sadakalarıyla fethedilecekmiş!” diyorlar.
İnfakta miktar var mıdır?
وَيَسْأَلُونَكَ مَاذَا يُنفِقُونَ قُلِ الْعَفْوَ كَذَلِكَ يُبيِّنُ اللّهُ لَكُمُ الآيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَتَفَكَّرُونَ
“…Sana Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: ‘İhtiyaçtan fazla olanı.” (Bakara, 2/219.
وَالَّذينَ اِذَا اَنْفَقُوا لَمْ يُسْرِفُوا وَلَمْ يَقْتُرُوا وَكَانَ بَيْنَ ذلِكَ قَوَامًا
“Ve onlar ki, harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar.” Furkan / 67-
Farz olan sadakalarda nisabın dikkate alınacağı gibi; nafile olan sadakalarda da o kazancın devamını sağlamaya yarayan sermaye, tezgâh, işletme masrafları gibi şeylerle, ihtiyat sermayesi gibi şeyler, söz konusu infakın dışında tutulacak ve bu husus hiçbir zaman gözden uzak bulundurulmayacaktır.
Zaman olur ki evlâdu iyal, din ve millet uğrunda bütün mal varlığının harcanıp infakı gerekir. İşte bundan dolayıdır ki, “hayırda israf olmaz” denilmiştir. Fakat bu yüce derece, en büyük olgunluk sahibi kimselerin işidir ki, bunlar “Kendileri darda olsalar bile başkalarını kendilerine tercih ederler.” medh ü senâsına mazhardırlar. (Haşr, 59/9)
Efendimiz; “Uhud dağı kadar altınım olsa üç günden fazla saklamazdım” demiş, (Buhârî, “Zekât”,4) hayatı boyunca dünyalığa önem vermemiş, vefatından sonra birkaç şahsî eşyasından ve çok az miktarda maldan başka bir şey bırakmamıştı. Üstelik Efendimiz vefat ederken zırhı bir Yahudi de rehin bulunuyordu. (Buhârî, Rehn 2, 5)
Zor zamanlarda muavenet daha kıymetlidir.
Hizmet elli yıllık geçmişi olan bir “ıslah hareketi”dir. Buna “bütün kurum ve kuruluşlarıyla insanlığın barış, kardeşlik ve saadetine adanmış bir seferberlik” de diyebiliriz.
On yıldır uygulanan planlı ve sistemli bir tahribat projesi, kurum ve kuruluşlarımızı gasp etti, faaliyetlerimizi engelledi; ama hamdolsun insanlarımız hâlâ yaşıyor. Mademki insanımız hâlâ yaşıyor, ama olağanüstü mahrumiyetler ve sıkıntılar içinde bulunuyorlar, elbette imkânı olanlara düşen en büyük görev, onlar kalıcı bir rahatlamaya kavuşuncaya kadar yardım etmektir. Efendimiz (s.a.s): “Müslümanların işleriyle ilgilenmeyen kimse, onlardan değildir.” (Taberânî, el-Mûcemü’s-sağîr, II, 131) buyurmuşlardır.
Hadis-i Kutside geçtiği üzere Allah (c.c) Kıyamet günü şöyle der:
“Ey âdemoğlu! Hastalandım, beni ziyaret etmedin”.
Âdemoğlu: Sen âlemlerin Rabbi iken ben seni nasıl ziyaret edebilirdim? der.
Allah Teâlâ: “Falan kulum hastalandı, ziyaretine gitmedin. Onu ziyaret etseydin, beni onun yanında bulurdun. Bunu bilmiyor musun? Yine;
Ey Âdemoğlu! Beni doyurmanı istedim, doyurmadın” buyurur.
Âdemoğlu: Sen âlemlerin Rabbi iken ben seni nasıl doyurabilirdim? der.
Allah Teâlâ: “Falan kulum senden yiyecek istedi, vermedin. Eğer ona yiyecek verseydin, verdiğini benim katımda mutlaka bulacağını bilmez misin?
Ey Âdem oğlu! Senden su istedim, vermedin” buyurur. Âdemoğlu:
Ey Rabbim! Sen âlemlerin Rabbi iken ben sana nasıl su verebilirdim? der.
Allah Teâlâ: “Falan kulum senden su istedi, vermedin. Eğer ona istediğini verseydin, verdiğinin sevâbını katımda bulurdun. Bunu bilmez misin?” buyurur. R. Salihin, 898; Müslim, Birr 43) (Şamile,2569).
Yardımlaşma; kardeşliğin, vefanın, tesanüdün gereği olduğu gibi vifak ve ittifakın devamı için de şarttır. Uhud sonrası sahabenin sargılar içinde birbirlerine destek vererek Mekkelileri takibe gittikleri gibi bizlerde kendi yaralarımızı yine kendimiz sarıp vazifelerimizi yerine getirmeye çalışacağız inşallah… Rabbimiz üzerimizden inayetini eksik etmesin.
Yazar: Erdemliler Yolu
Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.