Hutbeler
İstikamet ve Hakka Hürmet
- 5 Ocak 2024
- Yayınlayan: Erdemliler Yolu
- Kategori: Cuma Hutbeleri (Türkçe)
إِنَّ الَّذِينَ قَالُوا رَبُّنَا اللَّهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلَائِكَةُ أَلَّا تَخَافُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَأَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِ الَّتِي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ
“Şüphesiz ‘Rabbimiz Allah’tır’ deyip de sonra dosdoğru olanlar var ya, onların üzerine akın akın melekler iner ve derler ki: “Korkmayın, üzülmeyin, size (dünyada iken) vaadedilmekte olan cennetle sevinin!” (Fussilet Sûresi, 41/30)
Muhterem Müslümanlar! Hutbemiz, İstikamet ve Hakka Hürmet hakkındadır.
Doğruluk demek olan istikamet; ehl-i hakikatçe, itikatta, amelde, yeme-içme gibi bütün davranışlarda ifrat ve tefritten sakınıp, nebîler, sıddîkler, şehidler ve sâlihlerin yolunda yürümeye îtinâ gösterme şeklinde yorumlanmıştır.
Hâlinde istikamet olmayan hak yolcusunun; bütün çalışması ve gayreti boşa gideceği gibi, israf ettiği zamandan ötürü de böyle birinin her zaman sorgulanması söz konusu olabilir.
Kul, her zaman istikametin tâlibi olmalı, keşf ü kerâmetin değil; zîrâ istikameti isteyen Allah, harikulâdelere dilbeste olan da kuldur.
Bâyezid-i Bistâmî’ye: “Falan kimse suda yürüyor, havada uçuyor” dediklerinde, Hazret: “Balıklar, kurbağalar da suda yüzüyor; sinekler, kuşlar da havada uçuyor. Görseniz ki bir adam seccadesini suya sermiş yüzüyor veya havada bağdaş kurmuş oturuyor; zinhâr ona iltifat etmeyiniz! Onun hâl ve hareketlerindeki istikamete ve onların da sünnete uygunluğuna bakınız!” buyurur. (Ebû Nuaym, Hilyetü’l-evliyâ 10/40; el-Beyhakî, Şuabü’l-îmân 2/301.)
Süfyan b. Abdillahi’s-Sakafî (r.a.) hazretleri de demiştir ki: “Ya Resulallah! Bana tutunacağım bir iş haber ver.”. Resulullah buyurdu ki “Rabbim Allah de, sonra da, dosdoğru ol.” Bunun üzerine, “Benim hakkımda en korkacağım şey nedir?” dedim. Resulullah (s.a.s.) kendi dilini göstererek “işte bu” buyurdu.
İlahî âlemlerden huzur ve emniyetin esip esip üzerlerine geldiği kimseler, inanıp istikamet içinde bulunan kimselerdir.
İnsanın imanına göre istikameti dürüstlüğü olur, hakka saygısı nispetinde de dünyası ve ahireti huzurla dolu olur.
İstikamet ve Hakka Hürmet, müminler için çok mühim hususlardır. Bunların yıkılması, toplumsal hayatın yıkılması demektir. İçinde hakkın hürmet görmediği, hak sahiplerine haklarının verilmediği bir topluluk, bugün ayakta olsa bile yarın ayaklar altında kalmaya ve ezilmeye mahkûmdur.
Bir topluluğu ayakta tutacak bütün müesseseler, şayet hakperestlik esasına dayanıyorsa, o toplum sağlam temeller üzerine oturmuştur.
Öte yandan bir topluluğun temelleri arasında hakperestlik yok ve hak sahiplerine hakları verilmiyorsa, bu işi yürütecek müesseseler kendilerine düşen vazifeyi yapmıyorsa, o toplum bugün var olsa bile, yarın onu bekleyen şey, tarihin mezarlığı olacaktır. Şimdiye kadar nice Cennet gibi yerler, nice milletlere mezar olmuş, sadece ibret almak için gezilen yerler haline gelmiştir.
Bir topluluğu ayakta tutmak, bazı şartların yerine gelmesine bağlıdır. Aklı başında olan insanlar, istikametten ayrılmaz ve hakka hürmet ederler. Huzur içinde olmayı düşünen kimseler, huzurun hakka saygıdan geleceğini düşünür ve o hesapla hareket ederler.
Aziz Müslümanlar!
Fahr-i Kâinat Efendimiz, hakka hürmet ve hak sahibine hakkını verme mevzuunda halktan bir insan gibi hareket etmekten bir an dûr olmamıştır. Bir kimsenin, en küçük hakkının bile kendisine geçmesine razı olmamış, en ufak bir endişe taşıdığında ise o hak sahibine mutlaka hakkını vermiştir.
Bir gün, Üseyd İbn Hudayr bir şaka yapıyor. Fahr-i Kâinat Efendimiz de o sırada onun yanından geçiyor. Ve böyle uygunsuz şaka yapılıp halkın güldürülmesinden hoşlanmadığı için parmağının ucuyla Üseyd’e dokunarak onu uyarıyor. Üseyd, yerinden fırlayıp, “Canımı acıttın ya Resûlallah! Kısas isterim; bana dokundun, kısas isterim!” diyor.
Resûl-i Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) oracıkta kısas yapılmasına razı oluyor. Üseyd, ekliyor: “Ya Resûlallah! Sen bana dokunurken vücudum açıktı, parmaklarının ucu çıplak tenime değdi.”
Resûl-i Ekrem, bunun üzerine kısas için kendi karnının üstünü açıyor. Üseyd bin Hudayr o zaman dudaklarını kapatıyor, Resûl-ü Ekrem’in mübarek karnını öpüyor ve “Benim maksadım buydu, hak almak değildi yâ Resûlallah!” diyor.
Burada önemli nokta şudur: Fahr-i Kâinat Efendimiz, hak isteyen biri karşısında peygamberlik izzetine rağmen dize geliyor, “Hakkını al!” diyor. Zira biliyor ki Allah huzurunda bu hakkı daha çetin alırlar.
Başka bir misal:
Hazreti Ömer Efendimiz bir sokaktan geçiyor. Cemaat içinden biri, kılıcını yarıya kadar sıyırmış, halka eziyet edecek bir pozisyonda tutuyor. Hazreti Ömer, onun halka eziyet etmesini önlemek için daima yanında taşıdığı kamçısıyla o insana dokunuyor.
Diğer yandan o kamçının ucu Hazreti Ömer’in kendi kalbine gidip değiyor, kendi vicdanını yaralıyor. Hazreti Ömer, o zatla tekrar karşılaşacağı âna kadar aradan bir sene geçiyor. Bir sene boyunca sabahtan akşama, akşamdan sabaha belki bir an o hâdise aklından çıkmıyor. Bu arada devamlı ızdırap içinde. Ertesi sene duyuyor ki, o zat hacca gitmeye niyet etmiş. Bu benim için bir vesiledir, diyor. O kişiyi evine davet ediyor, yemek ikram ediyor. Sonra da biriktirdiği üç beş kuruşu onun eline tutuşturuyor. Bunu orada harcarsın, bana da dua edersin, diyor. Bundan sonra o zatla Hazreti Ömer arasında şöyle bir diyalog geçiyor:
-Biliyor musun bunları sana niçin yaptım?-
-Niçin yaptın ey Allah’ın peygamberinin halifesi?
-Bir sene evvel çarşıda dolaşırken sana kamçımın ucuyla dokunmuştum.
-Ben onu hatırlamıyorum Ey Allah’ın peygamberinin halifesi.
-Ama ben hiç unutmadım! Diyor Hazreti Ömer.
İşte bu, karşı tarafın konumuna bakmadan, hak edene hakkını verme mevzuudur. İslam tarihinde ayakta duranlar, bu esas üzerine durdular; yıkılanlar da bu kuralı yıkıp onun altında kaldılar.
Zira milletleri var eden hakperestliktir, hakka hürmettir. Şu ana kadar ayakta kalanların hepsi bu sağlam düstura riayet ettiler ve öyle ayakta kaldılar. Allah’ın inayeti ve ihsanı hakperestlerle beraberdir!
Cenâb-ı Hak bizi, neslimizle beraber muhafaza etsin. Âmin.
“Bu vesile ile Önümüzdeki perşembe, akşam namazı ile başlayacak olan üç aylarınızı ve gene O gece, Recep ayının ilk perşembeyi cumaya bağlayan gecesi idrak edeceğimiz Regaib kandilinizi şimdiden tebrik ederiz.”
Kaynak: Gönül Nağmeleri HUTBELER kitabından alınmıştır.