Hutbeler
Hicret
- 11 Temmuz 2024
- Yayınlayan: Erdemliler Yolu
- Kategori: Cuma Hutbeleri (Türkçe)
وَمَنْ يُهَاجِرْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ يَجِدْ فِي الْأَرْضِ مُرَاغَمًا كَثِيرًا وَسَعَةً وَمَنْ يَخْرُجْ مِنْ بَيْتِهِ مُهَاجِرًا إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ ثُمَّ يُدْرِكْهُ الْمَوْتُ فَقَدْ وَقَعَ أَجْرُهُ عَلَى اللَّهِ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَحِيمًا
“Kim Allah yolunda hicret ederse dünyada gidecek çok yer, genişlik ve bolluk bulur. Kim evinden Allah’a ve Resulüne hicret niyetiyle çıkar da yolda ecel gelip kendini yakalarsa o da mükâfatı haketmiştir ve onu ödüllendirme Allah’a aittir. Allah gafurdur, rahimdir (affı, merhamet ve ihsanı boldur).” (Nisa;100)
إِنَّمَا الْأَعْمَالُ بِالنِّيَّاتِ وَإِنَّمَا لِكُلِّ امْرِئٍ مَا نَوَى، فَمَنْ كَانَتْ هِجْرَتُهُ إِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِهِ فَهِجْرَتُهُ إِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِهِ، وَمَنْ كَانَتْ هِجْرَتُهُ لِدُنْيَا يُصِيبُهَا أَوِ امْرَأَةٍ يَتَزَوَّجُهَا فَهِجْرَتُهُ إِلَى مَا هَاجَرَ إِلَيْهِ
“Ameller (başka değil) ancak niyetlere göredir; herkesin niyeti ne ise eline geçecek odur. Kimin hicreti, Allah ve Resûlü (rızası ve hoşnutlukları) için ise, onun hicreti Allah ve Resûlü’ne müteveccih sayılır. Kim de nâil olacağı bir dünyalık veya nikâhlanacağı bir kadından ötürü hicret etmişse, onun hicreti de hedeflediği şeye göredir.” (Buhârî, bed’ü’l-vahy 1; eymân 23)
Muhterem Müslümanlar! Hutbemiz; Hicret hakkındadır.
İslâmî terminolojide Hicret; 622 senesinde Allah Resûlü’nün ashabıyla beraber, İslâm dinini daha rahat bir ortamda yaşamak ve anlatmak maksadıyla, Mekke’den Medine’ye gerçekleştirdikleri mukaddes göçün adıdır.
Hicret, insanlık tarihinin en önemli realitelerinden biridir. O, Sahâbe-i Kirâm ve Havârî efendilerimizle, en üst seviyede temsil edilmiştir. Bugün de onlara yakın seviyede bir hicretin yaşandığı söylenebilir.
Allah Resûlü, Mekke’de iman eden herkese, “Hicret etmeye de biat edeceksin.” diyor ve el sıkarken âdeta terazinin bir kefesine imanı, bir kefesine de hicreti koyuyordu. Bundan dolayı o dönemde hicret, –imanın şartı olmasa bile– İslâm esaslarına denk bir farz gibi değerlendiriliyordu.
Kur’ân’ın konuyla ilgili emirlerini çok iyi anlayan sahabe-i kiram, atın, devenin sırtında uzak diyarlara göç etmiş ve gittikleri yerlerde dinî düşüncelerini anlatmak için âdeta yarış yapmışlardır. Onlardan sonra nice hak dostları, nice mürşitler çadırlarını bineklerinin üzerine yüklemiş, aylarca sürecek meşakkatli yolculuklara, yolculukta karşılaşacakları tehlikelere rağmen, farklı diyarları gezmiş ve gittikleri yerlerde irşat vazifelerini eda etmişlerdir. Onların bu ceht ve gayretleri sayesindedir ki, Müslümanlık kısa bir zaman dilimi içinde geniş coğrafyalara yayılmıştır.
Hicret, Asr‑ı Saadet’te önemli bir hâdisedir. Son tuğla, son taş gediğine ancak hicretle konulmuştur. Hz. Ömer’in hilafeti döneminde bir tarih başlangıcı aranırken; Nebî’nin doğumu, peygamberlikle şereflendirilmesi, Medine halkının bu yüce davaya omuz vermesi, Bedir harbi, Mekke fethi gibi.. her biri ayrı bir pırlanta olan bunca hadise içinde, tarih başlangıcı olarak hicretin seçilmesi, üzerinde hassasiyetle durulmaya değer önemli bir mevzuudur. Çünkü hicret, İslâm tarihindeki bütün güzelliklerin ve gelişmelerin temelinde bulunan, başlıca sebep sayılıyordu.
Hazret-i Nuh, karalardan sonra denizlerde de ürperten bir seyahate katlanmış.. Hazret-i İbrahim, Babil, Hicaz, Kenan ili deyip durmadan dolaşmış.. Hz. İsa’ya, mânâlarından biri de “seyahat eden” demek olan “Mesih” denmiş, uzun seyahatleri neticesinde, bir tanesi ihanet etse de 12 havari elde etmiş, Allah’ın kendisine verdiği mukaddes emaneti, onlarla taşımaya çalışmıştır.
Allah Teâlâ’nın; gönderdiği bütün mücedditleri mürşitleri hicret ettirmesi de Hicretin ilâhî bir kanun olduğunu gösteriyor. Hicret etmeyen büyük bir dava adamı, mefkûre adamı yok gibidir. İmam Gazzâlî’nin gezmediği yer kalmamış, İmam Rabbânî Hazretleri bir baştan bir başa Hindistan’da sürekli seyahat etmiştir.
Sosyologların tespitine göre, yeryüzündeki medeniyetlerin hemen hepsi göç eden fert ve cemaatler tarafından kurulmuştur.
Allah ve Rasûlü yolunda yapılan hicrete lütfedilecek belli ve muayyen bir sevaptan bahsedilmemektedir. İhtimal ki bu türlü amellerin sevabı ötede birer sürpriz olarak verileceğine işaret içindir. Melekler bu ameli, aynıyla yazarlar; mükafatını da Cenâb-ı Hakk, bizzat kendisi takdir buyurur.
Zor şartlar altında şeytanı dinlemeyip, Hicret eden kişinin alacağı mükâfatı Efendimiz şöyle ifade eder: “Kim şeytana itaat etmez ve karar verdiği bu şeyleri yaparsa Allah’ın onu Cennet’e koyması bir haktır.” buyurur. (Nesâî, cihad 19)
Muhacirler için şu iki husus da çok önemlidir:
1)- Sahabe Efendilerimiz Mekke’den Medine’ye hicret ederken, yurdu-yuvayı bütünüyle terk etmişler ve daha sonra arkada bıraktıkları şeyleri hayallerinden bile geçirmemişlerdir. Oysaki Mekke hem ilim hem de ekonomik seviye olarak, o zamanki Arap yarımadasının en medenî şehirlerinden biriydi. Mekke’yi kafalarından öylesine söküp atmışlardı ki, daha sonraki dönemlerde değişik vesilelerle Mekke ye gelen muhacirler hastalandıkları zaman, “Mekke de ölüp kalacağız ve hicretimiz eksik olacak!” endişesiyle tir tir titremişlerdi.
Sa’d İbn Ebî Vakkâs Vedâ Haccı senesinde, Mekke’de şiddetli bir hastalığa yakalanmıştı. Orada vefat etmekten çok korkmuş ve kendisini ziyarete gelen Peygamber Efendimiz’e şöyle demişti: “Yâ Resûlallah! Arkadaşlarım Medineye dönecek de ben kalacak mıyım, yoksa ben burada mı öleceğim?”
Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) de ona, “Hayır, sen burada kalmayacaksın. Allah’tan öyle umuyorum ki, daha nice yıllar yaşayacak, Allah rızası için güzel işler yapacak ve yükseleceksin.” devamında da “Allahım! Ashabımın hicretini tamamla! Onları geri döndürüp hicretlerini yarım bırakma!” diye dua etmiştir.
Sa’d İbn Havle’nin Mekke’de ölmesine üzüldüğünü de ifade buyuran Efendimiz sözlerini şöyle bitirmişti, “Acınacak durumda olan Sa’d İbn Havle’dir, yazık onun haline!” demiştir. (Buhârî, cenâiz 37; Müslim, vasiyyet 5.)
Mekke o kadar mukaddes, o kadar mübarek olmasına rağmen hicret ettikleri yurdun dışında vefat etme endişesi, sahabe için her an, büyük bir korku kaynağı olmuştur.
2)- Muhacirler; hiçbir beklentiye girmeden bu şerefli işi gerçekleştirmelidirler. Bu sayededir ki, Cenâb-ı Hakk’ın, hicret uğrunda terk edilen şeylere mukabil, büyük lütuflarda bulunması beklenir. Evet Allah (celle celâluhu), niyetin hulûsuna göre terk edilen şeylere karşılık olarak, bazen bir, bazen on, bazen yüz, bazen bin kat karşılık verebilir. Bir kere daha hatırlatalım ki, bunun yegâne şartı beklenti içinde bulunmamaktır. Buna rağmen Allah, çeşitli lütuf ve ihsanlarda bulundu ise, insan; “Rabbimizin meşiet-i Sübhâniyesi öyle gerektirmiş ki, bize bunları bahşetmiş.” demeli, şükran duyguları içinde iki büklüm olmalıdır.
Çağın kudsîlerine gelince; onlar “Kim Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde gidecek, barınacak birçok yer ve genişlik bulacaktır… “(Nisa;100) diyerek, dünyanın her yanına dağılacak ve asrın gerektirdiği usûl ve metotlarla soluklarını her tarafa duyuracaklardır. Onların bu hicretleri sayesinde imâna, Kur’ân’a uyanacaklar olabileceği gibi, vicdanlarında dostluğu ve diyaloğu duyanlar da olacaktır. Bütün bunlara “ihtiyarî hicret” diyebiliriz.
Allah yolunda yapılan hayırlı faaliyetleri, engellemeye çalışmanın büyük bir zulüm ve fesat olduğunda şüphe yoktur. Allah (celle celâluhu) cebrî hicretle, bizi bir tohum gibi dünyanın dört bir yanına öyle bir saçtı ki, inşallah bu tohumlar yakın bir gelecekte meyve verecektir. Rabbimiz bizleri cebrî olarak âfâk-ı âleme dağıtmışsa, bundan bir muradı ve bunun kadere bakan bir yönü vardır demeliyiz. Bize düşen, bunun hikmetlerini anlamaya çalışmak ve hicretimizin hakkını vermektir.
Hâsılı; bizim dünyamızda sahabe ile başlayan hicret, onları takip eden kutlular tarafından devam ettiriliyor. Özü aynı, fark sadece şekilde. Dolayısıyla bu ayrılıkta bir gayrılık olduğu söylenemez.
Hak davası için hicret eden kimseler, إنَّما الأَعمالُ بالنِّيَّات، وإِنَّمَا لِكُلِّ امرئٍ مَا نَوَى “Ameller ancak niyetlere göredir ve kişinin niyeti ne ise, karşılık olarak onu bulur…” (Buhârî, bed’ü’l-vahy 1) fehvasınca, herkes niyetine göre mükâfat elde edecek ve ilk hicret edenlerin arkasında -inşâallah- yerlerini alacaklardır!
Ne mutlu hicretin hakkını vererek, ötelerde sahabenin arkasında yerlerini alanlara, Müjdeler olsun farklı farklı anlayıştan insanlarla görüşüp kaynaşarak, dostluk köprüleri kuranlara!